Akşener: Sığınmacıları ülkelerine geri gönderin
Akşener’in açıklamalarından satır başları:
“Yakın tarihimizin en büyük acısını yaşıyoruz. Ama tüm acılarımıza rağmen her zaman olduğu gibi yan yanayız. Ve bu yarayı her zaman birlikte saracağımızın da bilincindeyiz. Çünkü ne olursa olsun bizim kardeşliğimiz var. . Dayanışma var. Zor günde beraberiz. “Çatan, yorulmayan ve asla pes etmeyen kalplerimiz var. Dün böyleydi çok şükür bugün de böyle. Yarın da böyle kalacağına yürekten inanıyorum” dedi.
Şüphesiz; Yaşadığımız bu felaketin izleri ne hafızamızdan ne de yüreğimizden silinmeyecek. Yaşamla ölüm arasındaki o ince çizgiyi, ülkemizi yasa boğan o büyük acıyı, tüm Türkiye’nin kulaklarında çınlayan o feryatları hiçbir zaman unutmayacağız. Altına nice canların, nice hayallerin, moloz yığınlarının gömüldüğünü unutmayacağız. Niyetimiz temiz uyuduğumuz bir gecede çamurların sıçradığı o karanlık sabahı unutmayacağız. Seslerini duyuramayan evlatlarımızı, annelerimizi, babalarımızı ve kardeşlerimizi unutmayacağız! Diğerleri unutabilir. Dünü unutmadık, bugünü de unutmayacağız. Ve asla unutmayacağız!
Acının asıl sahibi elbette sarsıntının yaşandığı ilde, mahallede, köyde yaşayan vatandaşlarımızdır… Binlerce ailemiz hayatını kaybetmiştir. Evlerini, işlerini, birikimlerini kaybettiler. Anıları, hatıraları var. Kaybedilen çok şey var… Bu vesileyle; Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Yüce Allah’tan rahmet, ailelerine ve sevenlerine sabırlar diliyorum. Allah ailesiz kalan evlatlarımızı korusun. Çadırlarda kalan depremzedelerimize Allah dayanma gücü versin. Yaralarımızı sarmak için ter döken memurlarımıza, gönüllülerimize Allah güç kuvvet versin. Yaralı vatandaşlarımıza bir an önce şifalar diliyorum. Hepimizin başı sağolsun, geçmiş olsun hepimize.
“99 DEPREMİNDE YAKINLARINI KAYBEDEN BİRİYİM”
1999 depremini bizzat yaşamış ve yakınlarını kaybetmiş bir insanım. Bu yüzden beyin sarsıntısı gerçeğiyle yüzleşmenin ne demek olduğunu gayet iyi biliyorum. 99 depremi hepimize çok şey öğretti. Örneğin bunlardan biri; ilk 72 saatin değeriydi. Arama kurtarma operasyonlarının yapıldığı yerlerde ayak altında yürümemek, oradaki çalışmaları aksatmamak çok değerli. Çünkü ilk 72 saatte en büyük ihtiyaç; Enkaz altında kalan vatandaşlarımızı kurtarmak ve bölgeye gerekli takviyeyi en hızlı şekilde sağlamak.
İşte tam da bu yüzden afeti öğrenir öğrenmez Afet Uyum Merkezimizi kurduk ve parti olarak seferber olduk. Milletvekillerimizi, genel başkan yardımcılarımızı, gençlik kollarımızı, teşkilat mensuplarımızı, gönüllülerimizi seferber ettik. Bölgedeki eksikliklerin, taleplerin ve ihtiyaçların tespit edilmesinin yanı sıra arama kurtarma faaliyetlerine yardımcı olmaları için 10 ilimize gönderdik.
İYİ Parti olarak bu süreçte bir sivil toplum kuruluşu olarak çalıştık. Milletimizin içine düştüğü ateşi söndürmeye çalıştık. Vatandaşlarımızla hep birlikte yaralara merhem olmak için hep birlikte çalıştık. Bu vesileyle; Deprem olur olmaz seferberlik davetine icabet eden parti yöneticilerimize, milletvekillerimize, il ve ilçe liderlerimize, teşkilat mensuplarımıza, üyelerimize bir kez daha teşekkür ediyorum. Belli oldu, dikkat etmişsinizdir: Bugün salonda gençlik kollarımız yok. ‘Bu ateş sönene kadar biz hep buradayız’ dediler. Ve hala bölgedeler. Bu nedenle gençlik kollarımızdaki tüm çocuklarıma teşekkür ediyorum. Gece gündüz demeden, uyumadan, dinlenmeden milletimiz için çalıştılar. İYİ Partili olmanın ne demek olduğunu herkese gösterdiler. göstermeye devam ediyorlar. Onlarla gurur duyuyorum. onlar var.
“ERDOĞAN’IN YERİNDEYDİM…”
Ayrıca depremin ilk gününden bu yana elinden gelenin en iyisini yapmak için çalışan, imkanları ölçüsünde maddi yardımda bulunan, emek veren, emek veren, emek veren, emek veren her bir vatandaşımıza, sivil toplum kuruluşuna, gönüllüye, gencine yaşlısına, kadınına ve erkeğine minnettarız. Bölgedeki çalışmalarda da dualarından vazgeçmediler. Tanrı her birinizi kutsasın.
“VATANDAŞLARIMIZIN TALEPLERİNİ DİNLİYORUM”
Ben de 72 saat sonra sarsıntı bölgesindeydim. Yaralılarımızı ziyaret ettim, yakınlarını, yakınlarını ve sevdiklerini kaybedenlere başsağlığı diledim. Sahada yapılan çalışmaları gördüm. Depremzedelerimizin taleplerini dinledim.
Özellikle ilk 3 gün bölgede yaşanan teşkilat krizi vatandaşlarımızı en çok yaralayan konulardan biri oldu. 5. günde bile arama kurtarmanın ulaşamadığı enkaz vardı. O enkazların başında binlerce insanımız enkaz altında gün geçtikçe azalan yakınlarının seslerine kulak verdi. Oğullarını çıkarmak umuduyla günlerce beklediler. Bazıları oğullarının sesini duydu. Enkazın altındayken onunla konuştu. Elleriyle yüzlerce kilo betonu kaldırmaya çalıştı. Ancak beklediği yardım gelmemişti. Acısına bir de bu çaresizliğin acısı eklendi.
Enkaz altından sağ kurtulan vatandaşlarımızın çilesi de farklı oldu. Cenazesi için kefen bile bulamayan insanlarımız oldu. Depremin 7. gününde bile çadır bekleyen aileler oldu. Dondurucu soğukta barınma, ısınma ve hijyen ihtiyaçlarını karşılayamayan, günlerce tuvalet sorunuyla boğuşan vatandaşlarımız oldu.
ez cümle; 1999 depreminden 24 yıl sonra sadece 6 Şubat depremi gerçeğiyle yüzleşmedik. 24 yıl sonra aslında ders alınmadığı gerçeğiyle yüzleştik. Sadece beton blokların değil, ahlakın da çürüdüğü gerçeğiyle karşı karşıyayız. Bina kontrol sisteminin çalışmadığı gerçeğiyle karşılaştık. Kiranın, hırsızlığın, yolsuzluğun, acının tarifiyle yüzleştik. İmar affının bir tahlil değil, bir ölüm fermanı olduğu gerçeğiyle karşı karşıya kaldık. Dikkatsizlikle, beceriksizlikle, beceriksizlikle karşı karşıya kaldık.
“KRİZ ANLARINDA GERÇEK DAHA ANLAŞILIR”
Ülkemizin içine hapsolduğu devletimizin kurumsal yapısının tek adam sistemi ile nasıl hayat bulduğunu yıllardır anlatıyoruz. Ancak ne yazık ki bu gerçek kriz anlarında daha da belirginleşiyor. Ormanlarımız yanıyor; Söndürecek uçağımızın olmadığını yangın sırasında öğreniyoruz. Ani döviz ataklarıyla paramız pul olur; Dolar üç katına çıkınca Merkez Bankamızda para kalmadığını öğreniyoruz. Ve ne yazık ki beyin sarsıntısı var. Binlerce vatandaşımız enkaz altında yardım bekliyor, soğukta çadır bekliyor, tuvalet bekliyor, yemek bekliyor ve görüyoruz ki hükümetin önemli bir hazırlığı yok, afet yönetimi çökmüş ve sayın bakan. Erdoğan ve ekibi çaresiz.
Örneğin ülkemizde depremden sonra arama kurtarma için vinç yoktu; ’10 vinç kiraladık’ diye böbürlenen Başkan Yardımcısı’ndan öğreniyoruz. Örneğin arama kurtarma ekiplerimizin ne kadar yetersiz olduğunu aynı kişinin 20 kişilik bir grubu yerle bir olan Elbistan’a gönderdiğini beyan etmesiyle görüyoruz. Örneğin; Kahramanmaraş’ta depremzedelerimiz gece eksi 18 derecenin soğuğuyla mücadele etmeye çalışırken; Teknoloji Bakanı’nın 1 milyon battaniye üretme gururunu izliyoruz. Örneğin, hükümet mensupları tarafından yol kurallarından dolayı gecikme olduğu söylenirken, öte yandan Ulaştırma Bakanı’nın ‘dayanıklı yollar sayesinde ulaşım, ulaşım’ dediği korkunç bir çelişkiye tanık oluyoruz. kesintisiz sağlandı’. Örneğin depremin ertesi günü birçok ilimizden doğru düzgün haber bile alamamışken; Türk Kızılayı Başkanı’nın ‘Gelilemeyecek nokta yoktur’ diyen, kendini bile ikna edemediği söylemlerine maruz kalıyoruz. Mesela bir vatandaşımız ‘İmdat vinç gelsin, ekip gelsin’ diye feryat ederken, eski bir bakanın üzgün babanın yüzüne bile bakmadan telefonuyla oynamasına şahit oluyoruz. Örneğin binlerce insanımız enkaz altında ölürken, Hazine ve Maliye Bakanı’nın sosyal medyada tek düşünceyi haber olarak görüp, eski başbakana omuz silktiği büyük bir rezalet izliyoruz. kamera çerçevesine girmek.
“HİÇ KİMSE SORUMLULUK ALMAZ”
Oysa güç, karar verici olduğu kadar sorumluluk sahibi bir otoritedir. Ama AK Parti iktidarında kimse sorumluluk almıyor. Kimse sorumlu değil. Allah’ın kulu bile istifa etmez. Ne söyleyebilirim. Yazıklar olsun sana. Onlar utanmıyor ama ben utanıyorum. İsimlerinden utanıyorum. Bu anlamsızlıktan utanıyorum. Bu yüzsüzlükten utanıyorum. Bu kibirden utanıyorum. Vatandaşını en zor anında yalnız ve çaresiz bırakan bu beceriksizlikten utanıyorum!
Tüm bu anlamsız, yüzsüz ve yakışıksız açıklamalara neden maruz kaldığımızı biliyor musunuz? Sadece ama sadece kriz üreten, felaket yaratan; Tek adam sistemi yüzünden. Nitekim bu canavarca sistemin tek adamı Sayın Erdoğan, her zaman olduğu gibi tüm süreç boyunca büyük bir sorumsuzluk içinde, sınırsız yetkilerle donatılmış durumdaydı. 2020 yılındaki Elazığ depreminde IBAN numarasını paylaşarak ‘Böyle afetler bizim için büyük bir imtihan’ dedi. Hatırlamak; 2021 yılında Rize’de yaşanan sel felaketinin ardından vatandaşlarımıza keyif çayı dağıttı. Hatırlamak; 2022’de Marmaris’teki orman yangını kurbanlarına çay paketleri attı. Yıl 2023… ‘Dersini aldı mı’ diye sorduk. düşünürken; bu kez depremden bir buçuk gün sonra yayınlanan ilk televizyonda; ‘Günü gelince şu an elimizdeki defteri açacağız’ diyerek milletimizi tehdit etti.
Enkaz altında kalan halkımızın bildirdiğini, hükümetin yapamadığını yaparak; Organize bir şekilde yardım istediği sosyal medyaya kısıtlamalar getirdi. Sonra çıktı ve her musibette tekrar ettiği gibi utanmadan; Bunlar kader planında olan şeyler” dedi. Yani yine talih dedi, yine tevekkül dedi… Gerçekten ibret verici…
Sayın Erdoğan; Ben daha önce söyledim. İstediğiniz kadar görmezden gelin. Kulaklarınızı istediğiniz kadar kapatın. Gerçekleri değiştiremezsin.
Tevekkül, her türlü tedbiri aldıktan sonra, neticede Allah’a bir iş emanet etmektir. Ama her türlü tedbiri aldıktan sonra… Hamd olsun kadere inanan bizlere. Hepimize hamd olsun, biz hayrın ve şerrin Allah’tan geldiğine inanan, ‘Min Allahü teâlâ’ diyen kimseleriz. Ancak tevekkül, tembellik kapısı değildir. Sorumsuzluğa uydurulacak bir örtü hiç değildir.
“TARİHİN EN BÜYÜK AFETLERİNDEN BİRİNİ YAŞADIK”
Yaşadığımız musibetlerin altında yatan büyük sorumsuzluğu gizlemek için imanımızı istismar etmeye çalışmak; kimsenin hakkı ve hakkı yoktur. Tedbir almayarak, sorumluluklarını yerine getirmeyerek, milletimizin enkazdan uzanan elini tutamayarak, tevekkül konuşarak, musibeti kadere havale ederek; cehalettir, cehalettir, ahlaksızlıktır. Buna ‘kader planı’ diyerek kendi beceriksizliğinizi gizleyemezsiniz Sayın Erdoğan. Kurduğunuz yağma düzeninin ağır faturasını ‘kader planına’ yükleyemezsiniz. Devletimizi yönetemeyeceğinizi ‘kader planı’ diyerek gizleyemezsiniz! Kadere asla sığınma! Bu beceriksizliğin tek sorumlusu sizsiniz.
Kızılay’ın içini boşaltıp AFAD’ı lehdar yapanlar; Devletin en kritik kurumlarının zirvelerini beceriksiz, tecrübesiz ve yetersiz ekiplerle dolduran sizlersiniz! Bilim adamlarının, jeologların, jeofizikçilerin yıllardır televizyonlarda haykırdıkları “Kahramanmaraş’ta 7 buçuk büyüklüğünde deprem olacak” sözlerine aldırış etmeyen sizsiniz. Deprem için toplanan parayı, yıllarını kanal projesi uğruna heba eden sensin! Milletimiz çaresizlik içinde depremi kapıda beklerken, imar affıyla para toplayan, çürüyen binaları aklayan sizsiniz. Sayın Erdoğan; İstediğiniz kadar ‘kader planı’ diyerek kendi beceriksizliğinize kılıf arayın… Bu felaketin tek sorumlusu sizsiniz, sizsiniz.
Çünkü siz milletimize hizmet etmek yerine sarayın keyfini sürmeyi tercih ettiniz. Çünkü siz binlerce insanımızın hayatını kurtarmak yerine yandaşlarınıza ihale dağıtmayı tercih ettiniz. Hatırlamak; 2003 Bingöl depreminde ‘Kader demekle deprem önlenemez’ diyen bizzat sizsiniz. Unutmayın ‘Deprem felaketi kötü yönetimin sonucudur. ‘Sorumluların hepsi hesap vermeli’ diyen bizzat sizsiniz. Ne oldu Sayın Erdoğan? O zamandan beri ne değişti? Sorumlulardan hesap sormaya geçtim; Facianın 3. gününde utanmadan çıkıp ‘Bugün daha rahatız, yarın daha rahat olacağız’ dediniz. Bugün depremin 16. günü. Söylesene, rahat mısın Sayın Erdoğan?
Tarihimizin en büyük felaketlerinden birini yaşadık. 42 bin 310 kardeşimiz hayatını kaybetti. Koordinasyon ve organizasyon eksikliği nedeniyle enkaz altından kurtarılamayan insanlarımız donarak öldü. Söylesene, rahat mısın Sayın Erdoğan? Hatay yerle bir oldu, Maraş harap oldu. Adıyaman, Malatya, Kilis, Osmaniye, Diyarbakır, Şanlıurfa, Gaziantep ve Elazığ’da çok sayıda ocak söndü. Söylesene, rahat mısın Sayın Erdoğan?
Doğrudur, depremler doğal afetlerdir. Ancak bu felaketin feci sonucunun sorumlusu Sayın Recep Tayyip Erdoğan’dır. Doğrudur, kaderde doğal afetler vardır. Ancak devletin kurumlarını felç eden, felakete davetiye çıkaran işte bu canavarca sistemdir. Doğrudur, depremin merkezi Pazarcık ve İslâhiye idi. Ama niteliksiz ellerin neden olduğu bu büyük felaketin merkezi Beştepe’dir.
“Yüzyılın felaketini gizleyemediler”
16 günlük felaketin ardından net ve net bir şekilde gördüğümüz bir gerçek var. Biz millet olarak canımızdan endişe ederken, iktidar medyası her zaman olduğu gibi propagandasından endişeliydi… Ama onca çabaya rağmen; gerçekleri bir daha bükemediler, bir daha değiştiremediler. Kampanya görüntüleri çektiler. Yasaklar getirdiler. Evlere polis gönderdiler. Ancak yüzyılın felaketine yüzyılın başkanının ve yüzyılın sisteminin sebep olduğu sözünü ona saklayamadılar.
Ancak biz İYİ Parti olarak kurulduğumuz günden itibaren deprem tehlikesine dikkat çektik. İstanbul’dan Kahramanmaraş’a kadar deprem riskinin olduğu tüm illerimizde milletvekillerimiz ve il başkanlarımız depreme karşı hükümeti uyardı. Sarsıntı Vergisinin akıbetinden, afet toplanma alanlarının kademeli olarak azaltılmasına kadar pek çok konuyu gündeme getirdik. ‘Deprem değil, ihmal öldürür’ dedik ama dinlemediler. Çabucak her meclis grubu konuşmamızda liyakatın öneminden bahsettik ama onlar duymadı. Bu ülkenin canını emanet ettiği AFAD gibi bir kurumda liyakat umurlarında değildi. Önlerine konulan sayfalarca analiz ve rapordaki gerçekleri görmezden geldiler. Kendilerinin bile inanmadıkları tribün egzersizleri yaptılar, ders almadılar. SMS bile gönderemeyeceklerini görmelerine rağmen telekomünikasyon sorunlarını çözemediler. Ve sonuç olarak, yüzyılımızın en beceriksiz ve zayıf hükümetiyle, yüzyılımızın en büyük şokuna yakalandık.
“YABANCILARA KONUT SATIŞINI DURDURUN”
Yaşadığımız bu büyük felaketin ekonomik, manevi, sosyolojik ve demografik birçok etkisi olacaktır. Geçen hafta bir bahise özellikle dikkat çektim. Deprem bölgesindeki göç hareketliliği büyük bir sorunla karşı karşıya olduğumuzu gösteriyor. 2,5 milyonu aşkın vatandaşımızın tahliyeler yoluyla ve kendi imkanlarıyla bölgeyi terk ettiği iddia ediliyor. Bu durum, mevcut mülteci sorunu ile birlikte değerlendirildiğinde, gelecekte bölge insanlarımız için demografik değişim tehlikesini ortaya koymaktadır.
Nüfusumuzun yüzde 16’sını oluşturan deprem bölgesinde yaklaşık 1 milyon 700 bin Suriyeli mülteci bulunuyor. Göçün yoğun olduğu illerimizdeki boş alanlar dışında bu sorun, göçün yaşandığı Mersin ve diğer illerimizde hayatı giderek daha olumsuz etkileyecektir. Köylerin boşaltılması sadece demografik bir değişikliğe neden olmakla kalmayıp terör örgütlerinin yeni alanlar açmasına da neden olabilir.
Bu nedenle başta Hatay olmak üzere Türkiye’de yabancılara konut satışının durdurulması çağrımı yineliyorum. Bu çağrının anlamını kavrayamayanların aslında bu sorunu bizzat gündeme getirenler olduğunu kimse unutmasın. Amacımız hiçbir vatandaşın evine veya yurtlarına dönme hakkının kaybolmamasını sağlamaktır. Çünkü kadim devlet geleneğimizde devleti yönetenler, sınırlarda güvenliği, içeride huzuru sağlamakla yükümlüdür. Çünkü hudut güvenliği ve milletin huzuru vatanın bekası için vazgeçilmezdir. Ancak ne yazık ki Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının böyle bir derdinin olmadığını biliyoruz. Bu nedenle burada uyarmak istiyorum; Özellikle bölge insanımızın mal varlığına sahip çıkabilmesi için yasal çerçevenin oluşturulması ve bilinçlendirme çalışmalarının bir an önce düzenlenmesi gerekmektedir.
“SIĞINMACILARI GERİ GÖNDERMEYE DAVET EDİYORUM”
Evet, şehirlerimizi yeniden onaracağız. Bunu yaparken de yeni usulsüzlüklere ve çarpıklıklara izin vermeyeceğiz. Ama şimdi mülteci sorununu çözme zamanı. Buradan hükümeti, başlayacak yeni inşa süreci kapsamında mültecileri ülkelerine geri göndermeye, bunun için gerekli adımları atmaya ve diplomatik müzakereleri bir an önce başlatmaya davet ediyorum. En kısa zamanda bu konuyu görüşmek üzere TBMM’yi arayacağız. Sayın Erdoğan’ın inadı devam ederse bu vesileyle bir önceki çağrımı yineliyorum. Milletimiz için, devletimiz için bu görüşmeleri yapmaya, bu sorunu çözmeye hazırım. Hazırız.
EYLEM PLANI HAZIRLADIK
Biz ÂLÂ Partisi olarak sorunların aşılabilmesi için bunları konuşabilmemiz ve çözüm yolları aramamız gerektiğine inanıyoruz. Çünkü ne yazık ki Türkiye gerçekleri söylemediği takdirde saçmalıkların sarmalında oyalanarak çok daha büyük belalara sürükleniyor. Ancak milletimize karşı büyük bir sorumluluğumuz olduğunun da bilincindeyiz. Bu nedenle davetlerimizi yapmaya, tekliflerimizi ve analizlerimizi inatla açıklamaya, yılmadan devam edeceğiz. Sesimiz duyulana kadar pes etmeyeceğiz.
Depremin ilk gününden itibaren DÜZGÜN Parti olarak sahada vatandaşlarımızın yanında olduk. Arama kurtarma ekipleri kurduk, insanlarımızı enkazdan çıkardık. Bölgedeki ihtiyaçları tespit ederek yardımlarımızı yönlendirdik. 600’ün üzerinde yardım tırını depremzedelerimize ulaştırdık. Sahra hastaneleri kurduk. Aşevleri kurduk. Portatif tuvaletler ve çadırlar aldık. Maruz kalan insanlarımızı bölgeden tahliye ettik ve barınma sağladık. Gün eleştiri günü değildir dedik; elimizi taşın altına koyduk, AFAD’a yardım ettik. Gün ayrılık günü değil dedik; Deprem bölgesindeki risklere karşı yetkilileri uyardık. Gün yangın söndürme günü dedik; Analiz tekliflerimizi paylaştık. Bir yandan bu depremin ülkemizin demografik yapısını değiştirmemesi için ne yapılması gerektiğini söylerken; Öte yandan üniversiteler kapatılmamalı, eğitime ortam verilmemeli diyerek; KYK yurtlarını kapatmadan depremzedelerimizin barınma sorunlarını nasıl çözebileceğimizi anlattık.
GÜZEL Parti olarak tüm gözlem ve çalışmalarımız sonucunda acil eylem planı da hazırladık. Bu eylem planında tarımdan sağlığa, sanayiden istihdama, eğitimden kurumsal kapasitenin güçlendirilmesine, sığınmacılardan barınma sorunlarına kadar hayati öneme sahip birçok alanda kısa, orta ve uzun vadede yapılması gerekenleri anlattık. . Ayrıca Millet İttifakı olarak bu çerçevede bir komite kurduk. Çalışmalarımızı en kısa sürede milletimizle paylaşacağız.
İNSANİ ENDÜSTRİ BÖLGELERİ
Bölgede sürdürülebilir bir yaşamın sağlanması için ekonomik faaliyetlerin ve üretimin yeniden başlaması gerektiğini de biliyoruz. Türk sanayicisine ve işçisine her zamankinden daha fazla destek vermemiz gerektiğinin bilincindeyiz. Bunun için eylem planımızın yanı sıra; İYİ Parti hükümeti altında hayata geçireceğimiz ‘İnsani Sanayi Bölgeleri’ dediğimiz bir projeyi de geliştirdik.
İnsani Sanayi Bölgelerimiz, Bölgemizde çeşitli uygulamalarla özellikli sanayi bölgeleri ile aynı yapıya sahip olacaktır. 1000 hektarlık arazi üzerine zemin çalışması yapılmış alanlarda kurulacak bu bölgeler, uluslararası işbirliklerimiz sayesinde tarife ve kota sorunu yaşamadan dünyanın her yerine ihracat yapma ayrıcalığına sahip olacak. Böylece depremden zarar gören illerimiz sanayi ve ihracat için bir çekim merkezi haline gelecek. Türk sanayisi kazanacak, doğrudan yabancı yatırım gelecek, bölge kalkınacak ve sağlanan nitelikli istihdam sayesinde bölgenin demografik yapısı korunacaktır. Kısacası Türkiye kazanacak!
Hesabı da yaptık. 1000 hektarlık İnsani Sanayi Bölgesinin altyapı ve bakım maliyeti 8 milyar lira. Bir insani sanayi bölgesi 30 bini direkt olmak üzere 65 bin kişiye istihdam sağlayabilir. Kuyu; Depremden etkilenen illerimizde kuracağımız 4 İnsani Sanayi Bölgesi ile en az 250 bin kişiye istihdam sağlayabilir, 1 milyondan fazla vatandaşımızın kendi ülkelerinde eskisinden daha iyi koşullarda yaşamasını sağlayabiliriz. Hesabı ve defteri biz yaptık derken; Finansmanı nasıl sağlayacağımızı da planladık. YETERLİ Parti olarak daha önce önerdiğimiz gayrimenkul-sanayi Modelimiz ile bu bölgelerde faaliyet gösterecek şirketlerimizin arsa ve inşaat maliyetlerini uzun vadeye yayacağız. Böylece bu firmalar üretim yapmak için ihtiyaç duydukları makine ve teçhizat yatırımlarına daha kolay kaynak ayırabilecekler. Ayrıca daha önce devreye aldığımız Barter Fonumuzda biriken gelirin bir kısmını da bu projemizde kullanacağız. Ayrıca sosyal etki ve kalkınma etki tahvillerinden elde edeceğimiz gelirle konut, okul, hastane gibi inşaatların maliyetlerini de karşılayacağız.
Kuyu; UYGUN Partisi olarak diyoruz ki; Gelin, yaralarımızı birlikte saralım. Bu depremin neden olduğu enkazdan; sektörümüzle, üretim gücümüzle, ihracat yeteneğimizle ve çalışanlarımızın alın teri ile çıkalım. Kimse endişelenmesin. Bu zorluğun üstesinden geleceğiz. Yaralarımızı birlikte saracağız. Milletçe el ele verip daha iyiye gideceğiz. Zengin, mutlu ve güçlü bir Türkiye’ye mutlaka ulaşacağız.